Hayaletlenme (Öykü)
BÖLÜM 1 'SAKİN OLMAM LAZIM!'
Hayaletlere inanır mısınız? İnanın ben inanmam! Fakat görece sevdiğim, ortalı yaşların tam ortasında, azıcık kel ve baya zayıf (karakterini kastetmiyorum!) lise yıllarından arkadaşım, kadim dostum Rıza bir zamanlar hayalet gördüğünü iddia etti. Tam dostluğumuzu idame yerine idam edecekken celallenmemem gerektiğini ve aramızda kalmak şartıyla başından geçenleri anlatacağını söyledi. Dedim anlat. Derdini söylemeyen dert sahibi olamaz!
Rıza; ev arkadaşları üniversiteyi bitirip memlekete döndükleri dönem dönecek bir evi olmamasının da etkisiyle ve öğrencilik kafasından bir türlü çıkamadığı için Eskişehir Anadolu Üniversitesinde tezsiz bir yüksek lisans programına kaydolmuş. Dersler genelde gece vakti gerçekleştiğinden ve gündüzleri arkadaşsızlık ve yalnızlık içerisinde göğsüne dolan inanılmaz boşluğu, cehennem gibi sıcak ve yapış yapış Eskişehir neminde uyuyarak doldurmaya çalıştığından dolayı iç sıkıntısı giderek kötüleşmiş, günler göğsüne birer bıçak darbesi gibi saplanmaya başlamış. Rıza;
O kayıp zamanlarda sağ omzumun üzerinde geleceğin kaygısı sol omzumun üzerinde ise geçmişin ağırlığı dört bir yandan çekip beni köşeye sıkıştırıyordu ve kıytırık alışveriş merkezindeki kıytırık işimi de; depo sayım ve dizimi dolayısıyla belimde oluşan ufak çaplı ama büyük oranda belimi büken bir sakatlık nedeniyle kaybettim Atakan. Sebebi bu sakatlık değildi işverene göre tabi. Yıllarımı, emeğimi ve hatta görüp arttırıyorum sağlığımı bile verdim ama onlara göre verimsizmişim işte!
Günler birbirini kovalarken ve soğuk içerisinde bol ayaz barındıran Eskişehir kışı yerini; canlanan doğaya, kuş cıvıltılarına ve Porsuk Çayı üzerinde süzülen gondollara henüz daha yeni bırakmaya başlamışken içimdeki karamsarlık beni git gide daha da köşeye sıkıştırıyordu. Ne zaman bir kahve içsem fincan altında biriken zifir koyu telveye bakıp bana ;'Senin için kararmış, boku yemişsin dediler!' İçinden çıkması güç bir bataklık gibi, sıkıntılı düşüncelerden kaçmaya çalıştıkça ve her çırpındığımda sanki biraz daha da batıyordum dibe. Sakin olmam lazım!
Babamla malum nedenlerden dolayı çok uzun zamandır konuşmuyoruz bildiğin gibi. Annem zaten çok genç yaşta göçtü gitti. Babam olacak adam ise utanmadan benden bile daha küçük bir kızla evlendi. Ha evlenmemiş olsaydı belki durumlar böyle olmazdı ama böyleydi! Yıllardır kendisiyle görüşmüyoruz zaten. Ben o evden gideli çok zaman oldu. Daha söylentileri duyar duymaz dayanamadım kaçtım gittim. Yapamadım, kalamadım orada. Evlendiği o şırfıntı da kimdir nedir onu bile bilmiyorum. Şeytan görsün yüzlerini.
O zamandan beri kendim çalışıp hayatımı kendim kazanıyorum. Kendi ayaklarımın üzerinde de gayet güzel duruyorum. Kimseye de ihtiyacım yok aslında. Buna ikna olmak biraz zaman aldı tabi. Yıllar öyle ya da böyle bir şekilde geçti. Su aktı yatağını buldu falan ama biraz da zor oldu. Bu bahsettiğim dönem kenarda ki üç kuruş param da suyunu çekmeye başlamıştı. Zor dönemlerde geçirmedim değil bahsettiğim gibi.
Akmayıp gitmeyen sıkıntılı günlerin birinde; Porsuk Çayı üzerinde süzülen, köşelerinde aslan heykelleri bulunan ve tramvayların geçit töreni düzenlediği ana caddeye açılan köprünün üzerinde derse yetişmek üzere hızlıca adımlarken birden onu gördüm. Karşı taraftan sırt çantasıyla bana doğru hızlıca yaklaşıyordu. Bir an sanki zaman yavaşladı. Etraftaki herkes ve her şey gereksiz bir detaydı. Sadece o ve ben vardık. Lisans sınıfından bir kızdı bu. Adı Elçin. İnanır mısın? Kızıl ve kıvırcık saçlarının arasından ansızın beliren gamzeli gülümsemesi bulutların arkasında beliren güneş gibi ortalığı ve içimi yakıp bir an için meydanı aydınlattı sanki. Meydan okudu resmen. Bir insana gülümsemek ancak bu kadar yakışırdı!
'Seninle pek sık karşılaşıyoruz bu aralar' dedi. Öyle miydi? Karşılaşıyor muyduk ki zaten. Gerçekten farkında değilim. Yani evet beki de farkındaydım ama kendime edinecek başka bir dert aramadığım için farkında değil numarası yapmaya çalışıyordum. Standart sosyal medya takipleşmeleri dışında kendisiyle pek te bir muhabbetimiz yoktu açıkçası.
Bir akşam bize konuk olarak katıldığı bir dersin çıkışında minibüs durağına kadar birlikte yürümüştük. Son model spor arabasıyla biri yaklaşmıştı yanımıza. Eski tanıdığıymış ama o an sadece benimle yürümeyi tercih etti. Kısa bir zamandı. Sadece otobüs binene kadar sürdü ama dolu dolu ir anıydı. Bir keresinde de benden bir konuda destek istemişti hazırladığı bir sunum ile ilgili. Kampüs içerisinde rast gelirsek bazen gözlerimiz buluşurdu kaçamak bakışlarda. 'Bugün canım çok sıkkın biraz takılalım olmaz mı dedi?' Neden olmasın dı ki?
Kentpark a gittik önce. Yeni biçilmiş çimen kokusu, kuş sesleri ve ışıltılı güneşin altında parlayan su kenarında güzel bir yürüyüş yaptık. Sonra Elçin ayakkabılarını çıkartıp hızlıca kuma doğru koşmaya başladı. Bende peşinden milyon dolarlık ayakkabılarımı kirletmek pahasına hızlıca koşturmaya çalıştım! O an deli sanıp kamerayla çekti etraftakiler bizi falan. Koştum koştum ama yetişemedim. Kız parkın çıkış kısmına geçti ayakkabılarını giydi ve neyse ki o an beni bekledi!
Oradan barlar sokağında ki kalabalığa karıştık. El eleyiz. Barların arasında ve adım atması güç kalabalığın ortasındayız tam da şimdi. Sanki yıllardır birbirimizi tanışıyormuşçasına. Bir şeyler içiliyor, mekandan mekana geçiliyor. En sonunda bastıran ayaz ile gündüz sıcağında ki kıyafetlerimizin azizliğine uğruyoruz. Titreyerek çok üşüdüğünü söylüyor ve soğuyan havanın etkisiyle (içkilerin etkisi de olabilir!) votka ile bu sorunu geçici olarak çözmeye karar veriyoruz. Senin evin daha yakında diyor. Soğuktan hızlı hızlı koşuşturarak bir bakkal arıyoruz. Bu sırada bastıran soğuğun etkisiyle birbirimize git gide daha fazla sarılıyoruz ve sarmaş dolaş şekilde bakkalın kınayan bakışları arasında votkayı alıp oradan hızlıca eve geçiyoruz.
Atakan; Çişim geldi benim Rıza. Bir çöğdüreyim ya.
Rıza; Oğlum muhabbetin içine ettin. Git işe hadi. Tam da bir şeyler anlatma moduna girmiştim.
Atakan; Tamam. Geliyorum iki dakikaya delirme.
Rıza; İki dakikaya gelmek marifet gibi anlatılacak bir şey de değil.
Atakan; Lan!
BÖLÜM 2 'TANIŞMA BİTTİ'
Evde sadece limon vardı tabi. İki küçük likör bardağının yanına diledik bunları öylesine anam babam usulü! Bardağın biri bitiyor bir diğeri doluyor. Karşılıklı gülüşmeler ve komşulardan duvarlara vurmalı sövüşmeler arasında votkanın tükendiğini fark ediyoruz artık. Ondan sonra o bana doğru ufak ve yaramaz bir bakış atıyor ve dünya o anlığına daha da güzel bir yer oluyor artık Yavaşça ona doğru yaklaşıyorum o da bana doğru sıkı bir hamle yapıyor. Sanki karşıdan yıllarca arayıp bulamadığım eksik bir parçam o anda beni tamamlamaya geliyor. Dudaklarımız tam orta yerde kavuşacakken gözlerine yansıyan değişimi görüyor ve hissediyorum; geri çekiliyor hızlıca ve birden bardaktan boşanırcasına kusmuklar yağmaya başlıyor bekar evimin salonunda bulunan günahsız halımın üzerine!
Hemen gidip elini yüzünü yıkıyoruz tabi. Banyoda o anın rezilliği ile göz göze geliyor ve karşılıklı çılgınlar gibi gülmeye başlıyoruz. Evine dönemeyecek durumda olduğunu söylüyor. Yatağımı ona bırakıyorum. Aslında kendimi de bırakmaya hazırım! Ben de karşısında ki kanepeye geçip uzanıyorum. Onu seyre dalmışken ve o bir yandan yatak ile duvar arasında ki boşluğa kusmaya devam ederken bana dönük olan elinin baş parmağıyla davetkar bir hareket yapıyor.
Yanına gidiyorum ve dönüp hızlıca bana sarılıyor. Sorguluyorum o anı bir an. Rezil bir durumdayız işte. Neden bu durumdan ya da hali hazırda onun kusmuk kokusundan rahatsız olmuyorum ki ben? Anlayamıyorum. Sarılıyoruz bir bütünmüşçesine sıkı sıkı ve ben artık dayanamayıp uykuya dalıyorum. Diğer sabah bir leş gibi uyanıyorum. Koca bir gece dayak yemişim sanki. Zorla olduğum yerden savruk bir hamleyle doğruluyorum. Görmediğim biri yanımda ve durmadan beni sarsarak bir yandan da kafamı bıçaklıyor sanki!
Sonrasında yana yıkıla tuvalete gidiyorum. Elime yüzüme su çarpıyorum. Bir anda Elçin'in ortalarda görünmediğini fark edene kadar. Sonrasında hızlıca etrafa baktım yok, seslendim yok. Kokusu var. Üstüm başım o olmuş artık ama kendisi ortalıkta yok! Hızlıca telefonuma sarılıyorum. Numarasını çevirdim. Ulaşılamıyor. Sosyal medyayı açtım fakat her profiline girmeye çalıştığımda aynı uyarı; Böyle bir kullanıcı bulunamadı!
Derse gidiyorum sonra. Okuldakilere de sordum. Ne gören var, ne de duyan. Nereye kayboldu şimdi bu kız. Günler geceleri, gecelerse günleri kovalamaya başlıyor yeniden. Bunlar sanki birer kanlıymışlar! Yüreğime oturan yalnızlık hissinin ağırlığında nemlenmeye başladı arık her akşam dolan gözlerim; bir kaç kadeh içkinin yanında sunulan boktan birer mezeymişler gibi. Barlar sokağında, Kentpark'ta, Porsuk Çayının etrafında ve her yerde aradım durdum fakat bir türlü rast gelip bulamadım onu. Kenarda duran bir ağaca yaslandım. Anlımdan akan terin gömleğime damladıktan sonra sıcaktan kuruyarak kaybolması gibiydi adeta. Sanki hiç var olmamıştı. Yoktu!
Aramaz dediğim her kim varsa aradı ama bir tek o aramadı, sormadı. Göremedim. Bulamadım. Kampüste kime sorsam; ona ne olduğunu ya da şu an nerelerde olduğunu bilmediğini söyledi. Bilmediğim bir yere kaybolup gitti ama benim ruhumu da yanında götürdü o bilinmez diyara giderken. Şimdi elimde kalan sadece bir kabuktu. Ruhu olmayan bir bedendim ben artık. Kendini kaybetmiş. Ruhunu kaybetmiş!
Her ayrılık üzücüdür ama zamansız ayrılık da bir başka koyuyormuş gerçekten insana. Bir anda eksik yarını bulduğuna sevinirken diğer anda yarım insan olarak kalmak kederi üzerine durmak bilmeyen düşünceler havuzunda boğulurken günleri her zaman olduğu gibi yine gece ediyordum. Başka sürpriz yoktu! Okula gitmeyi de dersleri de bırakmıştım. İçime kapanmış ve bu da yetmiyormuş gibi kendimi dışarıda bırakmıştım!
Her şeyden ve herkesten nefret ediyordum adeta. Sosyal medya hesabı engellenmiş öfkeli bir ergen gibi! Sonra bir hocam beni aradı. Durumum baya bir vahimmiş. Eğer derslere devam edemeyeceksem beni sınıfta bırakacağını, benimle bir görüşme gerçekleştirmek istediğini; aklımı başıma toplamam gerektiğini söyledi. Okula gittim ve onunla görüştüm. Elçin'i sordum görüşmenin sonunda dayanamayıp. Kızın ortadan kaybolduğunu, onun için endişelendiğimi ve hiç bir şey yapamadığımı anlattım yana yakala ve bir anda ne olduğunu anlayamadan gözlerimden yaşlar boşanmaya başladı. Hocamın karşısında hıçkıra hıçkıra ağlıyordum!
Diğer herkes gibi beni laf olsun diye teselli etmeye çalıştı fakat yine diğer herkes gibi Elçin'in başına neler geldiğinden de bir haberdi. Görüşmemizden sonra kampüs içerisinde bulunan bahçeden çıkış kapısına doğru hızlı adımlarla ilerledim. Hafif bir yağmur çiseliyordu. Çim kokusu kaplamıştı her yanı ve gökyüzünün göz yaşları üzerime dökülüyordu. Neye üzülmüştü acaba doğa ana? Korna sesiyle irkildim. Sonra yanımda o belirdi. Muhabbetin başında da bahsettiğim; son model spor arabalı hırbo.
Atakan; Lanet olsun yine empati yaptım! Ayrıca oğlum adamın son model spor arabası var diye niye hırbo diyorsun ki. Mal mısın anlamadım yani?
Rıza; SANSÜR! Herifin adı Kenan. Sonra tanıttı tabi kendini.
BÖLÜM 3 'SANDIK'
Arabayla yanıma yanaştı bu. İstersen seni gideceğin yere bırakayım dedi. Ben tersledim başta tabi fakat Elçin'i aradığımı duyduğunu, onunla ilgili bir şeyler bildiğini ve beni konuyla ilgili bir nebze de olsa aydınlatabileceğini söyledi. Böyle olunca dayanamadım ben de. Arabaya atladım. İlerlemeye başladık. Ben daha fazla muhatap olmadan Elçin ile ilgili neler biliyorsa dökülmesini istedim. Onu liseden beri tanıdığını ve aralarında bir şeyler olduktan sonra takıntı haline getirdiğini söyledi. Akından atamamış bir türlü.
İlişkileri olmuş ve kız ilişkinin ortasında aynen benim başıma geldiği gibi yer yarılmışta içine girmiş sanki. Ne yaparsa yapsın onu bulamamış. Telefonu vs. sürekli kapalıymış. Gören, duyan kimse de yokmuş. Bir süre sonra civardan kulağına türlü söylentiler gelse de bu durumun içerisinde ki soru işaretleriyle yılarca kendini yemiş bitirmiş, ömrünü çürütmüş. Yıllar sonra tesadüfen burada tekrar karşılaşmışlar fakat Elçin hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam etmiş.
Kenan; 'Araştırdım ben bunu. Onun bana yaptığı şeyin ne olduğunu. Ecnebiler ghosting diyorlar bu olaya. Türkçesi hayaletlenme gibi saçma bir şey. Birini tamamen yok saymak, ona hiç varolmamışçasına davranmakmış. Bu istismar değil mi arkadaş? Arık istemediğin kişinin hayatından bir anda kaybolup gitmek. Ağzıma edildi benim ağzıma. Kendimi toparlayamadım aylarca ve belki de yıllarca. Onu sevdiğim, ona inandığım her gün için kendime lanetler ettim.
Her şey bir anda oldu bitti dedi bana.' İlişkimiz ilerlemişti. Her şey çok da güzel gidiyordu. Ufaktan evlenme hayalleri bile kuruyorduk. Sadece ikimiz olacaktık artık. Diğer herkesin canı cehenneme! Bir gün okul çıkışı sahile doğru yürüyorduk. Yanımıza afili bir arabayla görece yaşlı bir adam yanaştı. Onu istediği yere bırakabileceğini söyledi. Bir anda tamam deyip adamın yanına atladı bu ve çekip gittiler.
Bu onu uzun bir süreliğine son görüşüm oldum. Bir daha; ne haber aldım, ne gördüm, ne de duydum. Kendi adıma gerçekten çok berbat bir süreçti. Acayip aşağılanmış hissettim kendimi. Dedim ki artık asla yayan yürümeyeceğim ama gördüğün üzere geçen yine de seni bana tercih etti ders çıkışında. İlk ortadan kayboluşunun üzerinden bir süre geçtikten sonra öğrendiğim kadarıyla o gün yanımıza yanaşan adamla bir süredir zaten sürmekte olan uygunsuz bir birlikteliği varmış. Adamın buna ev açmış, okuyacaksan liseyi açıktan bitir diye de baskı yapmış.'
Sandık açılmıştı bir kere. Ben duyduklarım karşısında şok olmuştum. Neye inanacağımı şaşırmış halde farkına varmadan tırnaklarımı yemeye başlamış adamın anlattıklarını hayretler içerisinde dinliyordum. Sonra devam etti sözlerine dedi ki. 'Bu kızın anası babası yok. Akrabalarının yanında orda burada sürtüp gidiyordu. Ben o dönem çok idare ettim bunu ama Allah var güzel! Çok güzel! Çok ta sevdim. Neyse dediğim gibi; adamla bunun yoksulluğundan faydalanmış başta, parayla, pulla gözünü boyamış ama o herife de yaramamış bu durum. Çok kısa bir zaman sonra zaten hasta olan karısını kaybetmiş. Bundan dolayı oğlu ile arası bozulmuş. Yıllardır görüşmez olmuşlar. Oğlu da üniversite ayağına buraya gelip yerleşmiş. Ne tesadüf değil mi?
Rıza; 'Başımdan aşağı kaynar sular döküldü Atakan. O an gerçekten ne yapacağımı şaşırdım. Elçin'in benimle yaklaşmasının; beni tanımak, anlayabilmek, kim olduğumu kendi içersinde konumlandırabilmek için olduğunu fark ettim daha sonra. Peki Elçin burada ne yapıyordu? Sosyal medyasında nasıl hiç bir ipucu bulamamıştım? O da benim gibi evi terk mi etmişti? Ensemde çatlayacak gibi bir ağrı hissettim. Kafamı kaldıramayacak hale gelmiştim. Düşünceler birbiri ardına aklımdan akıp gitmeye devam etti. Ben onun farkında değildim ama o demek ki uzaktan uzağa izlemişti beni. Alkolün etkisiyle de işler kontrolden çıkınca olmaması gerektiği kadar yakınlaştık ve o da her şeyin ortaya çıkacağından, kendisini ele vereceğinden ve belki de benim vereceğim tepkinden korkup kaçtı, ondan benden uzaklaştı demek ki.'
Bu sırada Kenan'ın sol cebinden yavaşça bir çakı çıkardığını fark ettim. Tam bana doğru bir hamle yapacakken hızlı bir şekilde eline gelişine bir tokat attım. Çakı vitesin yan tarafından kayıp aşağıda araya bir yere düştü. Herif bu seferde boğazıma sarıldı. O sırada hemen sağ elimle zorla da olsa buldurarak arabanın kapısını açtım ve kendimi hızlıca arabadan aşağıya bıraktım. Şansıma yuvarlanarak yolun kenarında bulunan otluk alana düştüm. Kenan ise hızını alamadı ve biraz ilerde bulunan virajın girişinde direksiyonun hakimiyetini kaybetti ve o an araba çılgın bir olimpiyat sporcusu gibi kendi ekseninde seri ve düzgün taklalar atmaya başladı.
Olay yerinden yalpalaya yalpalaya kaçtım hemen. Ana yolun kenarında beni perişan halde gören biri sağ olsun hastanenin acil kısmına aldı götürdü. Ondan içeri gelmemesini, tanıdıklarıma haber verdiğimi ve onların yolda olduğunu söyledim. Böyle olunca bastı gitti durmadı beni bırakan arkadaş. Hastanedekilere ise; kır evimde çatıda çalışırken merdivenin kaydığını ve çatıdan aşağı uçtuğumu söyledim. Kimseye de bir başka şey demedim. Sonrasında rapor alıp bir süre okula gitmedim tabi. Kendimi toparlamakta uzun sürdü. Arabada olay yerinde direkt ölmüş Kenan. Haberi geldi bana sonraları. Kara haber değildi demek ki. Tez duyulurdu yoksa! Bu konuyu sadece sana anlatıyorum Atakan. Bak kimseye bir kelime dahi bahsetmedim.
Atakan; Vay anam vay. Neler dönmüş Serhat ay pardon Rıza ya! Aramızda kalacak kardeşim. Hiç merak etme. Ben hayaletleninceye kadar aramızda kalacak.(İyi bir öykü çıkar bu muhabbetten!)
BÖLÜM 4 AŞKIN IZDIRABINI ...!
Hatırlar mısın Atakan? Melike abla öldüğünde 9 yaşındaydı! Çok uzun zaman atlatamamıştım ben komşumuzun kızının ölümünü. Vardı ama yok olmuştu işte. Küçücük aklıma bunu kazımak, bu durumla yüzleşip anlamlandırabilmek çok zor olmuştu. Hayat ama işte böyle bir şey. Konuştuğumuz gibi her seferinde yersiz bir yeni sürprizle sınıyor insanı. Zorluyor, tokatlıyor.
Ben hep kendi içimde iç huzuru yakalamak, mutlu olmak istedim. Dışarıda ne olursa olsun içeride mutlu bir ev ortamım olsun diye arzuladım. Ev yüzü görmeyen insanın, evinde huzuru yakalayamamış insanın derdi de bir başka bence. Bazı arkadaşlarım var mesela. Haftada neredeyse altı gün çalışıyorlar. Akşamları spordur, cafedir vs. Hafta sonu kalan tek izin günlerinde de kilometrelerce uzağa gidiyorlar gezmeye. İnsan hiç mi evinde ayaklarını uzatıp kafa dinlemek istemez. Anlam veremiyorum.
Sosyal medya da huyumuzu suyumuzu değiştirdi. Deforme etti bizi iyice ve hatta bence sosyal medya değil asosyal medya demek lazım bunun adına. Herkes kendi küçük şovunun peşinde ve kimse diğerini umursamıyor; Bir de hoşlandığımız kişiye falan yürüyorlar direkt mesajdan falan. Bu sosyal medya bence bize göre değil abi. Kapatsınlar direkt yani!
Öyle ya da böyle. Hani bir laf vardır ya. Sevdiğini serbest bırak, geri dönmezse senindir. Dönerse zaten hiç senin olmamıştır diye. Böyle değildi galiba hatta bu söylediğimin tam tersiydi sanırım fakat anlattıklarım doğrultusunda bence böyle çünkü gidenler unutulmuyor, dönenlere ise kıymet verilmiyor. O açıdan. İnsanı bir cep telefonuymuş gibi malı sanma, cepte görmek. Salak bu gidemez, bensiz bir şey yapamaz diye mi düşünüyorlar artık. Sonuçta sevdiği kişiye benziyor işte insan. İyi ya da kötü!
Anlattığım gibi Elçin ile aramızda neredeyse bir şey olmadı, olanlar da ortada ama bazı insanlar anlamsızca özel işte. Onun varlığını düşünmek bile içimi kıpırdatıyor. Fotoğraflarda poz vermeyi pek beceremem biliyorsun ama onun vesikalığı yanımda olsa, taşısam mesela. Fotoğraf çekilirken biri bana karşıdan onun fotoğrafını gösterse o an inanıyorum ki gerçek gülümsemem yüzümde belirir bir anlığına da olsa. Ben onunla bir şeyler paylaşmaya ne kadar susamışsam, o bir o kadar daha da sustu!
İnsan yaşadıklarına değil, yaşayamadıklarına üzülüyor gerçi ben onu bulduğum an zaten sonsuza kadar kaybetmiştim! Bir tutam saçı kalmıştı yatakta yastığın üzerine yapışmış. Bunu bir kitabın içerisinde sakladım uzunca bir dönem biliyor musun? Ne manyaklıksa bilemiyorum ama ona ait bir parçaydı işte çok değerliydi.
Atakan; Telefonun çalıyor baksana oğlum.
Rıza; Efendim kızım. Geleceğim; geleceğim birazdan. Evet arkadaşımla oturuyoruz canım benim. Ben gelene kadar biraz geç olabilir. Sen beni bekleme yat. Dişlerini fırçalamayı da sakın unutma. Güzelce pijamalarını giy. Bu akşamlık da masalını annen okusun. Yarın akşam ben telefi edeceğim söz. Hadi öpüyorum seni güzel kızım benim. Elçin'im!
Neyse nerede kalmıştım. Nereden aklıma düştü. Nereden anlatmaya başladım bunu sana aslında biliyor musun Atakan?
Dün gece kızıma uyumadan önce yine masal okuyordum. Dizi izlemeye başlayana kadar sürecek artık bu rutinimiz. İlerleyen zamanlarda TipÇok a falan bulaşmasa bari! O sırada bir anlığına içim geçti. Kızı uyutacağım ya ben uyudum. Geçen sene vefat eden dedemi gördüm. Gelip yanımdaki sandalyeye oturdu. Gerçek hayatta hiç görmediği torununa bakıp gülümsüyordu. O an bunun bir rüya olduğunu fark ettim. Hani bazen rüyada olduğunu anlarsın da rüyanı kontrol edebilirsin ya. Heh! Tam da öyle bir şey oldu. Fırsat bu fırsat ona güzelce bir sarıldım. Sonra bana döndü rahmetli... (Rıza ağlamaklı olur.)
Atakan; Ne dedi?
Rıza; Aşkın ızdırabını...
(YENİ ÖYKÜM YAYINDA/ TIKLAYIP OKUYABİLİRSİNİZ.) KÜNKÇEŞME SOKAĞINDA KABUS!
Yorumlar
Yorum Gönder