Künkcesme Sokagında Kabus (Öykü)

                                     


    (Temsili; 2001 Yaz Tatili Malkara/ Sol üstten itibaren fotodakiler; Uğur, Burcu, Özge, Ben ve Freddy Abi)

    

      BÖLÜM 1 /FİLM GİBİ/

    Yaz tatili günlerimi Malkara'nın taşına bakarak geçirdiğim ergen ve erken gençlik dönemimin ilkbaharı. Annem ve babam çalıştığından ve bir kaç arkadaşım da orada bulunduğundan  yazın çoğunluğu Babaannemlerde; Künkçeşme mevkiinde geçiyor. Günler sıcak ve geneli televizyon karşısında, bazen bahçe içinde çapayla falan türlü atraksiyonlarla akıp gidiyor. Akşamları ise hava serinleyince çekirdek vs. alınıp civar parklara geçiliyor. 

    Parkta oyun parkurunda biraz akrobasi, hunharca yenilen kara duman ve yatsı namazı dedemin yanına takılarak eve dönüş.  Televizyon kuşağında yine beni bekleyen esaslı b filmler ve keyifle takip ettiğim korku filmleri. Küçük bir çocukken sinemada izlediği ilk film Jurrassic Park, okuduğu gazete Korku Gazetesi, seyrettiği dizi Goosebumps olan adamım ben doğamda bu var zaten. Bazıları uyuya kalıp; sabah neden gece uyudum da o filmi izlemedim diye hayıflanıyorum da tabi.

    Sabah, bir gün önce arka bahçede kalitesiz vakit geçirmek adına çapayla uğraşmanın bedelini ödeyerek dizlerim et kesmiş şekilde zorla yataktan yuvarlanarak olduğum yerden doğrulmaya çalışıyorum. Şevket dedemin aldığı günlük gazetede itinayla çözmüş olduğu bulmacadan sonra sıra artık bana geliyor ve hemen televizyon yayın akışını açıp bu gece neler izleyeceğimi işaretliyorum. Televizyonculuk o zamanlar bugün ki gibi sadece içi kof dizilerle koca geceyi doldurmak üzerine kurulu değil. Bir akşam standart bir kanalın başına geçip bir bölüm dizi, üzerine bir film ve sonrada canlı bir yarışma programını arka arkaya izleyebiliyoruz. 

    Gündüz vakti enerjiyi yakamayıp salonda perendeler atarken, Tarkan dan radyoya istek yapıp bir türlü çalmayan Kış Güneşi şarkısını radyoda duymayı beklerken, giriş kattaki hanemizin camı çalıyor. Gelen kişi uzun boyuyla ortamlarda nam salmış, canım arkadaşım, abazan, kıvırcık saçlı Hobbit Uğur! Kendisiyle karşı çaprazımızda kalan evlerde oturdukları için  komşuluğa dayanan baya uzun süreli bir dostluğumuz bulunmakta. Evlerinin arka kısmında mangal yapılabilecek küçük ama ferah bol çiçekli baya da bir böcekli tatlı bir bahçelikleri var. Ankara'dan kuzeni ve arkadaşı tatil için sanki dünya üzerinde gidecek başka bir yer kalmamış gibi Malkara'ya gelmişler. Arkadaşımın bahçesinde ki pikniğe davet ediliyorum.

    O zamanlar parfüm falan çok anlamıyoruz tabi bu konulardan. Biraz sonra yaşıtım bir kızla tanışacak olmanın, aynı ortamda bulunacak olmanın bana verdiği etkiye dayanarak, sanırım milattan önce bir dönemden kalma  deodorantımı içerisinde hapis kaldığı  kehribardan zorla kurtarıyorum ve  üstüme başıma bolca boca edip ufaktan hazırlanmaya başlıyorum.  Günümüzde hala yazları vazgeçilmez ve standart kombinim olan kolsuz t-short ve altına şortu çektikten sonra, dedemin yanları koptuğu için pasajda gözleri görmeyen ayakkabıcı arkadaşına zamkla yapıştırttığı altı tabiri caizse uhu havuzu olmuş terliklerimi de tedirginlikle ayağıma geçiriyorum!

     Dökülen dutların etrafından dolanarak yolun sırtından  Uğurların evin kapısına doğru uzanıyorum. Kapı sonuna kadar açılıyor ve koridordan uzanan bahçe olabildiğince güzelliğiyle karşımda uzanıyor. Hızlıca içeri geçiyoruz. Uğur'un babası Umut amca limonatasında türlü çerezine çeşitli ikramlar hazırlamış bize. Uğur ve kuzeninin küçük kardeşi ile selamlaşıyoruz. Uğur yanıma gelip diyor ki; 'Çok akıllı bir çocuk bu Aziz. Arada kafasını duvara sürtüp kıvılcım çıkartıyorum.'

       BÖLÜM 2 /HAVUZDA DEHŞET/

    Oturup bir şeyler atıştırıp bahçede güzel havanın tadını çıkarmaya çalışırken bir anda iç karışıklıklar çıkıyor (çişim geldi!). Olduğum yerden hızlıca doğrulmaya çalışırken sol ayağımı içeri doğru basıyorum. O sırada karşıda; upuzun boyu, dalgalı kıvırcık saçlı, çilli güzel yüzünü tamamlayan surat yetmezliğine bağlı tatlı gamzesi ve bembeyaz teni ile  Burcu beliriyor. Dostum bu kız resmen okyanus gibi kokuyor.  Bize doğru yaklaşırken dengemi kaybeden ben kendimi o an toparlayamıyorum ve yalpalayarak düşerken bozuntuya vermemek adına yere yapışırken iki elimden destek alıyorum. Sonra o destekle bacaklarım yukarı doğru yükseliyor ve boynum kırılmasın diye hızlıca kıçımı öne doğru atarak bir tam taklayı tamamlayıp kızın ayaklarına kapaklanıyorum!

    Neyse ki durumun vahameti çabuk geçiyor. Küçük kardeşi Aziz ve arkadaşı Özge ile de çabuk kaynaşıyoruz. Ben gözlerimi Burcu dan ayıramıyorum tabi. O da ara ara bana doğru şuh bakışlar atıyor.  Çekim böyle bir şey herhalde. Resmen göremediğim gizli eller tarafından ona doğru çekiliyorum şimdi.  Midemden krampla karışık kelebekler doğuyor. Ağzımdan dışarı çıkmasınlar diye ağzımı sıkı sıkı kapatıyorum şimdi. Başka bir yerden dışarı çıkmasınlar diye de oturduğum yere sıkıca yapışıyorum!

    Muhabbet ilerlemiş giderken ve tamda tanışıp kaynaşmaya başlamışken kapı çalınıyor ve kapıda o an babaannem beliriyor. Pazara çıkmış, dönerken de ikindi vakti yemeğini kaçırmamam için geçerken uğramış. '-Atakan hadi gel. İkindi vakti oldu. Eve gidelim de bir şeyler atıştırıp uyu artık.' diyor. O sırada kafamın içinde Fatih Erdemci'nin 'Ben ölmeden önce.' adlı parçası derinlerde bir yerde çalmaya başlıyor! 

    Günler birbirini kovalıyor. Burcu, Özge, Uğur, Ben ve çocuk yıldız Aziz! Malkara'yı altına üstüne getiriyoruz. Bir gün Uğur bana hep kızlarla takıldığımız için çıkışıyor ve erkek erkeğe bir havuz kaçamağı yapalım diyor.  Giyim kuşam, hazırlanıyoruz. Kızlara ses etmeden sabahtan yola çıkıyoruz. Öyle bir sabah ki ben burnumdan akmış, kurumuş sümüğün farkında bile değilim! Bahar Tesislerinde ki havuza gideceğimizi sanırken, bu salak bizi yol kenarında kalmış ve içi su birikintisi ile dolu bir süs havuzuna getiriyor.

    Ben girmem buraya şeklinde başlayan atarlı ve baya da bir giderli tartışmamız hatır için çiği tavuk yemek ve türlü cesaret saçmalıkları arasında şekilleniyor. Bir şekilde o batık suya giriyoruz. Kendimi orada hiç rahat hissetmiyordum. Aklım bir taraftan sürekli kafamı ve kalbimi kurcalayan Burcu'da diğer taraftan havuzda ki suyun ne kadar pis olduğunda. Uğur'a rahatsız olduğumu ve artık buradan çıkmamız gerektiğini söylüyorum. O da yok bir şey dur bak kafamı da suya sokayım diyor. Kafasını suya sokmasıyla çığlık çığlığa geri çıkarması bir oluyor tabi. '-Oğlum bu ne lan. Al şunu kafamdan al!' diye suyun içerisinde daireler çizerek bana doğru geliyor.

    Yüzünden suyla karışık gri bir şeyler süzülüyor. Sonra ben hızlıca yüzündeki şeyi asılarak geri çekiyorum. Uğur dehşet içinde elleriyle suratını hızlıca ovuşturuyor. Yabancı cisimden kurtulduktan sonra sövüp sayarak yalpalayarak yanıma geliyor. Şimdi ikimiz de yüzüne yapışan o şeye tiksinerek bakıyoruz. Şok içindeyiz. Uğur'un yüzüne yapışan şey bir çocuk bezi. 'Boku yedin!' diyorum. Uğur kendini tutamayıp suyun içerisine kusmaya başlıyor. Bende daha fazla dayanamayarak kendimi havuzdan hızlıca dışarı atıyorum. Yol boyunca hiç konuşmuyoruz. Evlere dönüyoruz ve konuyu da ben bu öyküyü yazana kadar kadar kapatıyoruz!

        BÖLÜM 3 /CİNNET/

    Günler birbirini acımasız bir alacaklı gibi kovalarken; gündüzleri sıcaktan alerji olan diz arkalarıma kolonya döküp, çekyattan çekyata yuvarlanıp, yerden oldukça yükseğe sıçrayabilirsem uçabileceğime dair denemeler de bulunup bir yandan da dedemin gazetesinden akşam izleyeceğim korku filmi arayarak geçiyordu. Bazen değişiklik olsun diye teyzemlere giderken bazen de gündüzleri küçük dayımla yaşayan İrfan dedeme gidiyordum. Geceleri ise Burcu ve kardeşi Aziz; Özge, Uğur ve ben sürekli aksiyonlardayız. Parkta salıncakta kardeşini sallayan Burcu ile kaçamak kaçamak bakışırken, alt fonda çalan İzel'in bebek şarkısını birbirimize salakça sırıtarak mırıldanıyoruz. 'Mutluluğun formülü çok açık. Bir sen bir ben bir de bebek!'

    Burcu da benim gibi korku filmleri hastası. Filmler hakkında konuşuyoruz fırsat buldukça. Önce ben giriyorum lafa. Benim en sevdiğim korku filmlerinden biri cumartesi gecesi Beyaz Show bitiminde izlenen ve tırnak yedirten 1978 yapımı John Carpenter klasiği Halloween'dir.  Mahallenin seyredeni diken üstünde tutan tekinsiz atmosferi ve Michael Myers'ın figür olarak bile görünmesi beni tedirgin eder. O ise Stephen King'in romanından uyarlanan 1989 yapımı Pet Sematary filminde ki pek sevimsiz zombi kediden bahsederek karşılık veriyor bana. Arada bir de sadece gözlerimiz kaçamak bakışmalar arasında buluyor ve o güzel yüzü al al kızarmaya başlıyor. Utangaç kız!

    Özge de daha çok Uğur'la takılıyor. O da görece çıtkırıldım, esmer güzeli, ortanca boylu ortalama tipte ama uyumlu biri. Benim okuldan aynı isimde başka bir arkadaşım olduğu için Özge 2 şeklinde bir hitabın öznesi olma durumuna genel olarak bozulmuş olsa da onunla da iyi  anlaşıyoruz. Açık konuşmak gerekirse kızın aklını peynir ekmekle yemiş bir tarafı da yok değil tabi. Her fırsatta peynir çeşitlerine olan ilgisinden uzun uzun, iştahlandıra iştahlandıra bahsediyor. 

    Uğur bir ara kendine özgü bir tarifi olduğunu özel sütünden acılı bir peynir mayaladığını iddia etse de ona muhabbeti iyice çizgisinden çıkaracak yüz verilmiyor tabi. Malkara'da akşamüstleri yürüyüşlerine çıkıp yaklaşık 45 dakikada boydan boya şehir turu yapıyoruz. Küçük yerin büyük avantajları! Şehir içinde volta atılacak tek bir ana caddesi var zaten. Sonu Şehitlik Abidesine çıkan ve tam göbeğinde merkez cami bulunan bol köftecili bu cadde dışında pek te gezecek bir yer yok zaten.

    Kızı etkilemek istiyorsan kardeşi ve arkadaşından başlamalısın. Uğur Özge'ye nefes aldırmadan musallat şeklinde sürekli yapışık dolandığından dolayı bende Burcu'nun küçük kardeşi çocuk yıldız Aziz'e odaklanıyorum. Aziz ile aramız baya bir iyi oluyor. Saklanbaş, kovaladım kaç  vs. oynuyoruz. Sevgi gösterisi olarak gelip benim üzerime atlıyor. Bir gözüm karşıdan tatlı tatlı gülümseyerek bizi izleyen Burcu da; kardeşini düşürmemek için zorla tutmaya çalışan ben o an üstümde sıcak bir ıslaklık hissediyorum. Bir anda irkilerek Aziz'i  kenara fırlatıyorum. Çocuk yandaki duvara yapışarak yuvarlandığı yerde ağlayarak altına işemeye devam ediyor! Burcu'nun suratı kireç gibi olurken ben de yerin dibine giriyorum.

    Bazen gece dönüşlerimiz rötara dönüşüyor. Bir akşam Uğur'un annesi geçe kaldıkları için bunların çıkmalarına izin vermiyor. Ben de bu haberi alınca o cehennem sıcağı yaz akşamında civardaki en yakın düğün salonuna girip hunharca pasta yiyerek,  limonatanın dibine vurarak bu durumu kendimce boykot ediyorum. Bir yerden Burcu ya karşı hislerimi dindiremezken (kalbim ağzımdan çıkacak gibi oluyor!)  çıkamadığımız o akşam eve dönüşte Star tv de Macaulay Culkin ve Vada Sultenfuss'ın başrolünü oynadığı Howard Zieff'in yönettiği 1991 yapımı My Girl filmine takılıyorum.

    Hayır zaten duygusal olarak saçma bir moddayım. Filmin sonunda birde arıların sokmasından dolayı çocuk ölmesin mi? Dünya başıma yıkılıyor Derbeder bir serkeş oluyorum! Bir koyuyor, bir koyuyor bu durum bana. Gözümden yaşlar süzülmeye başlıyor. Neden öldü ki bu *rospu çocuğu şimdi! Hüngür hüngür ağlıyorum kendimi tutamayıp. Askılı beyaz fanila var üstümde, sıcaktan da manyamışım. O an bir fenalık geliyor bana fanilaya sinirimden çok asıldığımdan mıdır nedir sol kolu kopup, . İçeri gelen babaannemde cinlendim sanıp yanımda bulunan sürahide ki suyu başımdan aşağı boca ediyor! 

       BÖLÜM 4/KANLI GÜNLER/

    Sabah sıcağının delirmeye başladığı vakitler. Altında bir poşet dergi bulunan pencere kenarında ki çekyatta uzanıyorum. Dayanılmaz sıcaktan kafamın arkasında kalan pencere ise sonuna kadar açık. Önce odanın kapısından bir takırtı geliyor. Kafamı kaldırdığımda kapının yanında bir gölge görüyorum. Merak uykuya ağır basıyor ve ufak adımlarla kapıya doğru ilerliyorum. Kapıyı yavaşça açıyorum. Görünürde kimseler yok. Sağ tarafında mutfak bulunan ana koridorda yavaşça ilerliyorum. Mutfaktan sesler geliyor. Tak tak tak. Sanki biri bıçakla bir şeyler kesiyor. 

    Koridorda ilerlerken ayağım kilime takılıyor. Bir an sağ tarafımda bir şeyin beni izlediği izlenimine kapılıyorum. Tüylerim diken diken oluyor. Hızlıca kafamı döndürüp baktığımda yanımda bulunan aynada ki yansımamın beni seyrettiğini görüyorum. Teyzemin ayağında tarak var bu çocuğun kilimleri toplaya toplaya gidiyor dediğini anımsıyorum o anlarda. Oscarda Kırmızı Halı ya Burcu ile katılsak ben orda da ayağımı sürüye süreye kırmızı halıyı toplaya toplaya giderim büyük ihtimalli.   Ağzına sıçtı halının derlerdi! En iyi özgün senaryo ödülünü kazansam ödül konuşmasında kürsüye takılır aşağıda töreni izleyen Steven Spielberg'in üzerine yuvarlanırdım! Bu şapşal düşünceleri bir kenara bırakıyorum.

   Bu şapşal düşünceleri bir kenara bırakıyorum. İlerleyip mutfağın kapısına geliyorum. Aralı kapıda parıldayan bir bıçak gözümü alıyor. Fark ediyorum ki babaannem kesmeleri kesmeye başlamış. Şimdi bu kesme işini tamamlayacak ve bir daha tozdur, bir şeydir girmemesi ve makarnaların üzerine bir şey dökülmemesi adına mutfağı bana yasaklayarak kapısını da ardına kadar mühürleyecek! Sonra bir bardak su içip yatağıma hızlıca geri dönüyorum. Bir sağa bir sola dönenerek yatağın içerisinde çoktan kaçmış uykumu yakalamaya çalışırken arkamda açık olan pencerede birinin dikildiğini hissediyorum.

    Karşımda ki  duvarda güneşin yansımasından tam arkamda birinin durduğunu görebiliyorum. Tam doğrulacakken arkamda ki açık pencereden  bir el uzanıyor ve beni omzumdan yakalıyor! Ödümü botuma karıştıran  bu el; çeyrek akıllı, sırma boylu, saf salak arkadaşım Hobbit Uğur'dan başkasına da ait değil. Bir iki küfür savurup sağ omzuna da ufak bir yumruk patlatıyorum. Hayır daha önce başına gelenlerden akıllanmıyor da bu adamcık!

    Çok daha eski zamanlarda... Bir Zamanlar Malkara'da. Çocuk parkında ki gondolu demirinden çıkıncaya kadar hızlandırıp iki hafta da bir ölümlü kaza atlattığımız, yol kenarında ki hayvan leşlerine otopsi yapmaya çalışıp kusma krizlerine girdiğimiz, mahallede bir kenarda terk edilmiş eski bir arabada ağzımızda sigara sakızlarla çılgınlar gibi takıldığımız o günlerde arada aksiyon olsun diye birbirimize karşılıklı taş fırlatıp kim kime diye salakça da bir oyun oynardık. Bu eline geçen ne varsa bana doğru fırlatırdı. Ben de ona! Yine bir gün böyle akıl tutulması yaşanılan bir anda Uğur bana kenardan bulup fırlattığı taşlarda ıska geçti. Bense yandan bir kiremit alıp hızlıca onun kafasına fırlattım.

    Kiremit Uğur'un kafasında patladı. Ben zafer nidalarıyla olduğum yerde zıplarken Uğur'un kafasından kanlar boşalmaya başladı. Oluk oluk akan kanlar...  Korkup hızlıca eve kaçtım. Bizimkilere hiçbir şey söylemeden küçük yaşta katil olmuşumdur belki korkusuyla bir kenara oturdum. Bu hissiyatın bir benzeri bisiklet ile karşından gelen aracın önüne düşmekti. Tek fark orda ki kurban bendim.  Her şey bitti deyip gözlerimi kapatmışken arabanın çarpmadığını fark etmiştim. Gözlerimi açtığımda abi arabayı durdurmuş bana bakıyordu. 

    Bir keresinde de Uğurların evin orda karşıdan karşıya geçerken motosiklet çarpmıştı bana. O an  bir anlık şaşkınlıkla motoru bırak(a)mamış, bıraktığımda ise yerde sürüklenmekten soyulmuş dizimin üzerinden kemiğimi görmüştüm.  Alternatif tıp olarak keçi boku sürmüşlerdi. Yara mikrop kapmıştı. Neyse. Bu aklı evvel kardeşimi o dönem annemin görev yaptığı devlet hastanesine götürmüşler. Kadına da senin oğlan arkadaşının kafasını patlatmış demişler. Aklı çıkmış tabi annemin. Hemen yanına gitmiş Uğur'un. Uğur da tepki şu; 'Ben de ona attım ama isabet ettiremedim. Adam nasıl tutturdu yav!'

    Hayır yani böyle bir yaşanmışlık var ve sen hala daha ani çıkışlı hareketlerle bana karşı şansını zorluyor. Bence acayip aranıyor. Uğur; 'Yardımına ihtiyacım var.'  diyor ve o an da bana doğru bakmakta olan gözleri  kaymaya başlıyor. Dengesini kaybederek  pencerenin önüne kaldırımın üzerine doğru yığılıyor.

       BÖLÜM 5/ SICAK ÇARPMASI/

    Eczacı Nihat abi Uğur'un tansiyonunu ölçüyor.  Tansiyonu fırlamış fırlama arkadaşım yavaşça kendine gelip olduğu yerden doğruluyor. Şaşkınlıkla ona doğru bakıyorum. Bana doğru yaklaşıp iki omuzumdan beni dürterek şunları söylüyor;

     İkinci kez ölümün pençesinden döndüm. Özge ye karşı içimde anlam veremediğim şeyler var. Adını koyamadığım. Bir pikniğe gidelim. Ben malzeme, yer ve saat işini vs. ayarlayacağım. İrfan Dedenin mandırada tanıdığı vardı ya. Senden ricam gidip fabrika satıştan peynir vs. sende bir şeyler al. Toparlanıp gidelim. Orada bir fırsatını bulup kızı kündeye getirip açılacağım.

    Ben: Çok açılma boğulmayasın. Gözleri aşka gülen taze söğüt dalı gibi oğlansın. Üzerler seni.

    Uğur: Bu yüzden her gece ben , her gece üzülmüşüm.

    Sıcak bir Malkara günü. İrfan dedemi ziyaret ediyorum. Erik ağaçlarının bahçelerinin kapladığı, tek katlı, kerpiç şirin mi şirin bir evde dayımla birlikte oturuyorlar. Duvarlarına bakkalda yok fiyatına satılan plastik toplarla az vura vura oynamışlığım, bahçeyi kaplayan ekşi eriklerinden suratımı itinayla ekşitip yemişliğim, bahçede bol bol piknik yapmamızın yanı sıra dedemin çatıda, bacada onarım işleri için dolaşıp sürekli bir taraflardan aşağı uçtuğu bir yer burası. Dayım her zaman olduğu gibi ebedi görev yeri kahvede! Dedemi peynir vs. alabilmek için bir şekilde Keşan yolu üzerindeki mandıraya gitmeye ikna ediyorum. 

    Saat henüz erken olduğu için siteler içerisinden ağaçlık park bahçelerden ana yola oradan da mandıraya ulaşıyoruz. Satış mağazasından okkalı bir pazarlık sonucu ihtiyaçlarımızı alıyoruz. Dönüşe geçiyoruz ama güneş tam da tepemize binmeye başlıyor. Hava gitgide ısınıyor. Keşan yolunda 45 derece asfalt keyfi yapmaya başlıyoruz. Anlımdan süzülen boncuk boncuk ter asfalttan çıkan dumana bakmak isterken altı uhu ile yapıştırılmış defolu terliğimin üstüne damlıyor. Az biraz ileride taksi durağı var. Dedem çok fena oldum diyerek kendini tuvaLete atamaya çalışıyor.

    Kapıda neredeyse dedemden yaşlı taksici bir amca. Nereden geliyorsunuz  diye soruyor. Dedem  durumu özetliyor kısaca. Oraya çok uzun zamandır kimse gitmedi. Bu sıcaklar başladı başlayalı. Gidende bir daha dönemez. Siz iyi kaçmışsınız. Hep nem bunlar derken dedem adam çekil şuradan nidasıyla kenara itekleyip durak tuvaletinde kafasını çeşmenin altına sokuyor. İşçi emeklisi adamın Çeşme tatili böyle oluyor!

    Yukarı yola eve doğru geçtiğimiz tırmanışta, bir mola daha veriyor ve yolda sol tarafımızda kalan ağaçlık alana çöküyoruz. Teneke peyniri bir an olsun bırakmıyorum. Bu beklenmedik yolculukta kendisi kıymetlimiz oluyor! Orada biraz daha soluklandıktan sonra düşe kalka bir şekilde kendimizi eve atıyoruz. Uğur'un pikniğine meze bulalım derken güneş bizi resmen çırpalıyor. Tövbeler eşliğinde kazasız belasız bu maceranın bir şekilde sonuna geliyoruz. 

    Dedem Tekkeköylü Kasap arkadaşı Bıldırcın Mehmet ten aldığı sucuğu tavaya rastgele dileyerek üstüne de güzelinden iki yumurta kırıyor. Bolca soğuk su eşliğinde enerjimizi geri kazanıyoruz. Basit ya da komplike bir lezzetin peşinden koşmak gurmeliktir. Bir peynir için uzun yolculuğa çıkıyorsan en basitinden bir sucuğu kendine has şekilde hazırlayan bir kasaptan alıyorsan, yumurtanın üzerine iki kekik, biraz karabiber sepeliyorsan benim için gurmesin arkadaş. 

    Eve dönüşte Uğur ile karşılaşıyoruz. Bütün hazırlıkları yapmış ve her şeyi ayarlamış. Yarın sabah yola çıkacakmışız. Karaidemir Barajın da bir piknik. Uğur'un babası götürecek. Traktör kasasına doluşarak gideceğiz. Sabah vakitlice toparlanıyor ve kendimizi yola vuruyoruz. Yemyeşil bir doğanın içerisinde, kuş sesleri arasında kendimizi buluyoruz. Piknik malzemelerini traktörden yavaşça indirirken baraj suyuna vuran güneş ışığı gözümü alıyor.

     BÖLÜM 6/ KUDUZ/ 

    Piknik eşyaları itinayla kasadan indirilirken traktörde ön kabinde gelmiş olmanın etkisiyle bir kompresör ustası edasıyla olduğum yerde ritmik şekilde sarsılarak doğrulmaya ve iç dünyamda yaşadığım bu deprem halinden kurtulmaya çalışarak o an elimden geldiğince arkadaşlara yardım ediyorum. En az böcekli ve en çok gölgeli masayı seçerek oraya göçebe toplumdan gelmiş olmamızın etkisiyle hızlıca yerleşiyoruz. 

    Uğur'un babasını bir iş için arıyorlar. Bize kendimize çok dikkat etmemizi ve akşama almaya geleceğini söyleyerek yanımızdan ayrılıyor. Uğur'un babası Umut amca benim için çocukluğumdan beri bir kahraman. Uğur genç yaşta annesini kaybettiği için ona hem annelik hem de babalık etmiş ve ayrıca kendisi çöpçü! Çöp Kamyonu kullanıyor. Biz küçük birer çocukken Uğur ile beni vardiyasında çöp çöp gezdirirdi bir zamanlar. Evde ki oyuncak kamyonumu pastel boya ile siyaha boyamıştım bir zamanlar bundan dolayı bende etkisi büyüktür.

    Masada kahvaltımızı ederken Burcu ile yine gözlerimizi birbirimizden alamıyoruz. Kar beyaz teninin etkisi utangaçlığıyla buluşuyor ve yine yanakları al al kızarıyor. Kardeşi Aziz sevgi gösterisinde bulunarak üzerime işemesin diye daha bir dikkatliyim tabi bu sefer. Kündeye gelmemeye çalışıyorum. Uğur ise Özge ile yakınlaşmak adına hamlesini yapıyor ve civarı gezdirip biraz çalı çırpı toplamak için yanımızdan uzaklaşıyorlar. 

    Boş durmamak ve her şeye kadir görünmek adına masadaki 17 kiloluk karpuzu yüklenip, karpuzu soğutma ve birazda Burcuya kas gösterisi yapabilme amacı ile  barajın kenarında ki suya bırakmaya karar veriyorum. Karpuzu kenarlarından tutup üzerime yuvarlıyorum. Bir anlığına  halterci edasıyla karpuzu yukarı  doğru hızlıca kaldırıyorum. Ondan sonra kendi eksenimde yatay bir u çizip yalpalaya yalpalaya suyun yanına gidiyorum. 

    Karpuzu suyun kenarına indirmeye çalışırken elimden uçuyor ve önümdeki taşın üzerinde patlıyor.  Üstüm başım kıpkırmızı vaziyette, adeta bir karpuz banyosu yapmış gibi arkamı döndüğüm anda şoka girmiş bir şekilde bana bakan Burcu ve  kıkır kıkır bana gülerken altına işeyen Aziz'i görüyorum. Yok arkadaş bu çocuğun bildiğin ciddi sorunları var. Büyüyünce seri katil olmasın bu. Katil'in Tatil'i! Yakında sinemamızda. Bilet 1.5 TL. Mısır bedava! Bir karpuz peynir yapacaktık, o da mahvoldu! 

    Bu sırada karşıdan canhıraş şekilde bize doğru koşturmakta olan Uğur'u görüyorum. Özge arkasında kalıp ona yetişemese de Uğur un peşinde ve onu sıkı şekilde takip ediyor. Uğur karşıdan ağlamaklı; yana yakıla yalpalaya yalpalaya bana doğru yaklaşıyor. Başta o da üstümdekileri kan sanıp şaşırıyor. Benim şapşik arkadaşım kızla ormanın derinliklerine doğru sürüklenirken başıboş bir köpek ne olduğunu anlamadan bunu ısırmış. Bizim ki de yangıncı tabi ortalığı ayağa kaldırmış.

    Ben gencecik adamım. Kudurursam ne yaparım. Kaderimde bu da mı başıma gelecekti falan fistan gibisinden yakınmalar. Sen zaten Kuduzsun be Uğur. Ayrıca girip yüzmeye çalıştığımız süs havuzu nedeniyle de bildiğin uyuzsun. İyotun iyi gelebileceği düşüncesiyle Aziz'i Uğur'un üzerine işetme teklifim karşı cepheden sert bir ret yiyor. Merak etme aşılarını olursun bir şeycik kalmaz gibisinden teselli etmeye çalışıyorum o sıralarda manyak arkadaşımı. Götten vurmazlar bana değil mi diyor Uğur! Aşıyı, aşıyı neremden vuracaklar?  Doğal olarak herkesin bir anlık suratı ve modu düşüyor. Pikniğin içine edilmiş olmasının tesellisi Uğur'un babasının traktör yerine çöp kamyonuyla bizi almaya gelmesi oluyor ve  işte bu be! Bayılıyorum bu canavar kamyona.

    Heder olmuş bir günün arkasından sessiz sedasız ve olabildiğine usluca geri dönülüyor. Kimsenin bir daha birbirini bir süreliğine göresi yok gibi. Bazen hayat böyledir işte. Güzel şeyler umar ve  beklersin ama bekleyince de gelmez! Başına bambaşka durumlar gelir. Bugün de böyle saçma sapan bir şekilde geçiyor ve gençliğimin yazından bir takvim yaprağı daha eksiliyor.

     Malkara'da yaz tüm hızıyla devam ederken, televizyonda Kanal+ da Elm Sokağı'nda Kabus serisinin tüm filmlerinin yayınlanacağını görüyorum. Tam yedi filmden oluşan bu serinin her bir bölümünü izlemiş değilim. Sıkı bir korku sever olarak kahvaltı sonrası çayımı yudumlarken keyfe gelip dedemin gazetesinden bu akşam gece yarısı yayınlanacak ilk filmi izlemek üzere işaretliyorum. Akşama yapılacak harika bir aktivite! Sonuçta yaz tatillerinde sinema kapalı olduğu için film kiralayıp gündüz vakti 40 derece'de Evil Dead izlemeye çalışırken altına etmiş insanım ben!

      O gün gündüz İrfan Dedem'in bahçede, akşam ise çocuklarla parkta geçiyor. Azılı bir korku fanatiği olan Burcu gecesini Freddy ile geçireceğini söyleyince ufak bir kıskanmıyor değilim tabi ama Freddy abi ile benimde bir randevum olduğunu söylüyorum. Akşam bende onunla olacağım. Uğurların ev, bizim evin hizasında çapraz üstte kaldığı için televizyonun olduğu odadan bakınca direkt onların arka pencereyi görebiliyorsun. Akşama uyumayıp filmi izleyeceğimize ve kontrol amaçlı da karşıdan birbirimize camdan göz atacağımıza dair sözleşip dönüş yoluna geçiyoruz.

     O sırada Özge arkadaşları önden yolluyor ve sonra benimle bir şeyler konuşmak istediğini söylüyor. Kenarda bulunan bir evin giriş kapısı merdivenlerine oturuyoruz. Onu dikkatlice dinliyorum. Burcu'ya karşı olan hislerimi soruyor. Burcudan çok hoşlandığımı, beni çok heyecanlandırdığını ve onu sevdiğimi söylüyorum. O da Burcu ile duygularımızın karşılıklı olduğunu, Burcu'nun da beni sevdiğini ve onunla yarın konuşup artık bazı durumları netleştirmemiz gerektiğini söylüyor. Kısacası  Burcuyla bu  geceden sonra sevgili olacağız!

     BÖLÜM 7/  KORKU GECESİ

     Özge ile konuştuklarımız kafamda sapsız bir pervane gibi dönüp duruyor. Gece yarısı  olunca televizyonun bulunduğu odanın sürgülü kapısını kapatıyor ve en  konforlu sinemada  bile çoğu filmde bir daha  bu kadar keyfi alamayacağım dedemin home theater'ın da altı çökük arkası tahta, oldukça sert koltuğuma yerleşip 37 ekran beyaz cam da korku kuşağının başlamasını heyecanla bekliyorum. Diğer taraftan Burcu ile ilgili olan durum aklıma geldikçe kalbimde inceden inceye bir sızı hissediyorum. Yaz bitecek. Onlar geri dönecek ve ben bir daha onu nasıl göreceğim? Yarım kalan hikayelerden nefret ediyorum ama ne yazık ki hayatın kendisi başlı başına yarım kalan bir hikaye!

    Yatsı namazından dönen Şevket dedemin kapı sesini duyuyorum. Kapıyı aralayarak kendisini selamladıktan sonra iyi ki Mustafa Keser'in şov programı bu saatte değil yoksa hayatta filmi izleyemezdim diye düşünüyorum. Çünkü haberleri seslemekten başka (kendisi böyle derdi rahmetlinin) televizyonla bir hukuku olmayan bu adam Mustafa Keser'i gördüğü anda kilitleniyor. Keser'in şarkılarını ve halini tavrını çok sevdiği için gözünü kırpmadan programını denk geldikçe seyrediyor. Freddy vs Mustafa Keser! dersek dedem için her zaman Keser kazanır!

  Yanda ki perdeyi aralayarak yukarı baktığımda Burcu'nun karşı pencereden direkt beni dik(iz)lediğini görüyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor, yüzümde istemsizce bir gülümseme beliriyor. Gülümserken kalbimde uçuşan kelebekler ağzımdan fırlamasın diye hızlıca çenemi kapatıyorum! Burcu da bana bakıyor ve tatlı tatlı gülümsemeye devam ediyor. Yaz günü içim bir tık daha ısınmış oluyor. Kalbimdeki ısı ise magma seviyesine ulaşıyor! Bu aşk değil de ne! Arada ki mesafe ve karanlığa rağmen yanaklarının al al kızardığını hissedebiliyorum. Arkadan gelen ses ile anlıyorum ki film başlıyor. Karşılıklı olarak birbirimizi uyumadığımıza dair tescilledikten sonra  yerlerimize geçiyoruz.

  Freddy kazan dairesinde. Elinde ki bıçak tırnaklarını metal borulara sürte sürte kıvılcım çıkararak geliyor. Filmde ki atmosfer ve tedirginlik hissi, ayrıca korku sahnelerindeki yaratıcılık çok iyi. Yönetmen Wes Craven olunca aksi beklenemez zaten. Robert Englund karakteri canlandırmıyor, adeta yaşıyor. Arada bir pencereden Burcu ile birbirimize de  bakıyoruz tabi. Bazen içeriye geçiyor pencerede kimse olmuyor. Filmin reklam arasında tekrar pencereye çıkıyorum. Karşı tarafta Burcu ay gibi beliriyor. Göklerde ki yıldızların ilki. Sen aydınlatırsın geceyi! Fakat bir gariplik olduğunu hissediyorum oldukça tedirgin görünüyor.

  Burcu elleriyle cama hızlıca vururken ben ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. O sırada arkasında hokey maskesiyle dev gibi biri beliriyor. Gözlerime inanamıyorum. Bu 13. Cuma serisinin katili Jason Voorhes tan başkası değil! Burcu arkasını dönüyor ve Jason ın elindeki pala Burcu'nun ağzından girip kafasın yararak kan ve beyin parçaları içerisinde dışarı çıkıyor.  Kanlar pencereden aşağı doğru  bir şelale gibi akmaya başlıyor. Gözümdeki yaşlar ve yüzümde biriken dehşet hissiyle çığlık atmamak için elimi sıkıca ısırıyorum. Elimden çıkan kanın tuzlu tadı dilime temas ettiğinde aklımda tek bir düşünce beliriyor. Biricik aşkım, sona kalan kız olmayı hak eden canım kız arkadaşım. Nasıl olurda ilk olarak ölür?

  Şoka girmiş bir şekilde omuzlarımdan bastıran çaresizlik hissiyle baş ederek dedemleri de korkutmamak adına hızlıca evden fırlayıp üst yola Uğurlar'a doğru koşuyorum. O anki panik halimle polise vs. haber etmekte aklımdan geçiyor tabi. Koştururken Burcu'nun camdan süzülen kanlarını fark etmeyip kayıp yere düşüyorum. Üstüm başım o oluyor! Sonra doğrulup, kendimi toparlayarak girişe doğru gidiyorum. Kapı aralık. Tamamen açtığımda holde biriken rüzgar hava akımının da etkisiyle uçuşan yarasalarla birlikte yüzüme tokat gibi çarpıyor. Bahçe'de şiddetli  rüzgardan ağaç ve yaprakların buğulu sesi ıssız bir çığlık gibi duvarlara vura vura havada yankılanıyor. Gök yerinden çıkacakmış gibi gürüldemeye başlıyor. O an acayip ürperiyorum. Tüylerim diken diken. Gözlerimden dökülen yaşları da tutamıyorum zaten. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak  içeri giriyorum. Sol üstte Uğur'un oda kapısı sertçe kapanıyor. Ben merdivenlerden oraya doğru temkinli şekilde çıkıyorum.

     Kapının yanına geliyorum. Yavaşça kapıyı aralıyor ve içeride koltukta oturan Uğur'un cansız bedenini ve yanında Sela okuyan cüce imamı görüyorum. İmam mini cüppesi ve kafasının kaybolduğu sarığıyla bana yavaşça bana doğru dönüyor. Bu İmam Chucky! Bildiğin Child's Play de ki Chucky. Elinde ki bıçakla üzerime doğru koşmaya başlıyor. Tam o sırada yanımda ablasının son halini gördüğünü tahmin ettiğim bitap düşmüş halde Aziz beliriyor.   Chucky Aziz'e çarpıyor. Birlikte merdivenlerden yuvarlanıyorlar. Aziz'in boynu trabzana çarpıp ince bir dal parçası gibi kırılıyor. Chucky  bir anda gözden kayboluyor. Önce eş adayımı sonra da küçük eniştemi kaybediyorum. Tutamadım küçük eniştemi...

   Özge ileride sağda bir yerde belirli belirsiz görünüyor ona doğru koşmam için bağırıp beni çağırıyor. Hızlıca ona doğru koşuyorum. Bu sırada Özgenin arkasında yavaşça ona doğru beyaz maskeli, mavi işçi tulumu giyen biri yaklaşıyor. Bu Jason değil. Bu Halloween'in  Michael Myers'ı. Abi böyle mi tanışacaktık seninle. Sizi severdim ama arkadaşlarıma bulaşmadan önce! Kıvırcık saçlarından yakalanan Özge çığlıklar içerisinde haykırırken Myers onun kafasını tutup kapının cam kısmından içeri gürültülü bir cam kırılma sesi eşliğinde sokuyor. Camın sivri kısmına kanlar etrafa oluk oluk fışkırırken Özge'nin kafasını acımasızca bastırıyor. Kızın kafası kopup yere yuvarlanıyor. Gözleri hala bana bakıyor. Gözleri aşka gülmüyor! Özge bana hüzünlü bir şekilde göz kırptıktan sonra gök gürültülü rüzgarlı holde yankılanan bir çığlık patlatıyor. Özge'nin gözleri sonsuzluğa kapanıyor. 

  Oradan hızlıca kaçmaktan başka bir çarem olmadığını anlıyorum. Merdivenlerden hızlıca aşağıya iniyorum. Michael Myers merdivenlerin üzerinden koşturan bana doğru beyaz maskesinin ardından bakarak derin derin nefes alıyor ve kafasını önce sağa sonra da sola doğru yatırarak sakince beni izliyor. Ben aşağıda kenarda bulunan Aziz'in cansız bedenini sırtlıyorum. Mangal yaptığımız bahçeye doğru koşarken Michael Myers'ın ağır ağır merdivenlerden bana bakarak indiğini görüyorum ki bu sefer mutfak bıçağını da eline almış! Ulan Michael babanın leğen kemiğine sıçayım! Bir bitmedi adam öldürme sevdan Allahsız! Tamam en iyi sen öldürüyorsun. En seri sen katilsin. Behzat Ç gelsin senin hakkından!

   Bahçe içerisinde duvarlar arasında nereye kaçayım diye bakarken karşıda altından yeşil ışık süzülen bir kapıyı fark ediyorum. Aziz omuzlarımda ve bu bahçeden çitle çevrilmiş bakımsız bir başka bahçeye çıkıyorum. Bir toprak yığınına takılıyorum. Yuvarlanıyoruz. Tam karşımda  Hayvan Mezarlığı yazan küçük bir tabela görüyorum.

  Bu mezarlık sokağın ortasındaki Künçeme'nin hemen arkasında bulunduğu söylenen, şehir efsanesi olan bir mezarlık. Gözlerime inanamıyorum. Gerçekte böyle bir yer bulunduğuna. İrfan dedemden duyduğum bir rivayete; Hayvan Mezarlığı'na gömülenler geri gelir düsturuna dayanamayıp Aziz'in küçük bedenin hızlıca toprağın içerisine doğru yuvarlıyor ve gömebildiğim kadar gömmeye çalışıyorum. Etrafta çıkacak ve kaçacak bir yer göremeyince hemen oradan temkinli şekilde ayrılmaya karar veriyorum. 

   Ana bahçeye döndüğümde karşımda bir ziyafet  masasında dizili halde Jason, İmam Chucky,  Michael Myers ve ortalarında oturan Freddy'i görüyorum. Burcu, Özge, Uğur zombileşmiş şekilde yanlarında oturuyorlar  bildiğin Evil Dead e bağlamışlar. Bu da  ne son akşam yemeği mi? Özge masada kopan kafasını bir anlığına bulamıyor. Başsız bedeniyle agresif  el kol hamleleri yüzünden masadaki içecekleri deviriyor. İçecekler masaya değdiği anda asit gibi masayı eritmeye başlıyor. Asitli içecekler sağlığa zararlıdır!

    Tabaklarda ise yılan, çıyan, hamam böceğinden oluşan zengin bir seçki göz kanatıyor! Uğur Özge ile bir ahiret yakınlaşması yaşayıp  bu fırsatı kaçırmamak için Özge'nin kafasını alıp ona doğru uzatıyor. Bunlar benimle kafa mı buluyorlar! Burcu ya bakınca palanın yarıp geçtiği yüzünden arkasında kalan kapıyı görebiliyorum ama oraya geçmem  çok zor ve Burcu şu haliyle her şeye rağmen hala çok güzel değil!

     Bahçede bulunan ağacın üzerinde ise yeni taşınmış olan kapı komşularımız; İş İnsanı Ali Bey ve karısı Jet Sosyete Ajda Hanımı fark ediyorum. Sivri dişleri ve kıpkırmızı gözleriyle pis pis bana bakıyorlar, gülümsüyorlar, hayırdır inşallah, hey! Kendimi bol yağlı kızarmış bir tavuk gibi hissediyorum o an. Ne yani? Komşum bir vampir mi? Nereye düştüm lan ben! Arkamı dönüp kaçmayı düşünüyorum ve o anda yerde yavaşça bana doğru sürünerek gelen Aziz'i görüyorum. Dirilmiş!

      Freddy meşhur kahkasını patlatırken, bıçak eliyle  beni çağırıyor. 

     -Rüyama hoş geldin çocuk. Nasıl ortam  beklediğin gibi mi? 

      BÖLÜM 8/ BİR YAZ GECESİ KABUSU

    Yukarıdan gök yarılırcasına gelen  bir yıldırım vampir komşularımızın  bulunduğu ağacı paramparça ederek oldukça gürültülü bir şekilde avluya düşüyor. Bir anda ziyafet masası dağılıyor ve herkes bir tarafa saçılıyor. Yıldırımın içerisinden elinde parlak ve ucu keskin kocaman bir keserle Mustafa Keser çıkıyor!  Bütün kötüler devirmek için onun etrafını sarıyor. Fakat ışınlanmada bir sorun olmuş sanırım Mustafa abi dal taşak vaziyette o an. Yine de her daim kötülükle  savaşa hazır! Tam herkes birbirine girecek yan taraftan bahçe duvarı yıkılıyor ve Uğur'un babası çöp kamyonuyla, şimdi ananızı laciverte boyadım düsturuyla ortama şık bir giriş yapıyor. 

    Babaannemin dürtmesiyle gözlerimi açıyorum. Omuzlarım ve sırtım tutulmuş vaziyette. Olduğum yerde uykuya dalıp kalmışım. O sırada televizyonda biten filmin ardından yarın gece gösterilecek devam filminin reklamı görünüyor. Bir yaz gecesi kabusum olan Freddy'i ekranda gören babaannem yine şeytanlara mı bakıyorsun diye bana çıkışıyor. Birazdan yatacağımı söyleyip onu geçiştiriyorum. Tülü aralayıp pencereden Burcu'yu görme umuduyla bakıyorum. Fakat odanın ışığı kapanmış ve ortalarda görünmüyor. Yarının heyecanı ile yatağıma geçip uyuyamıyorum!

    Sabaha karşı içim geçmiş ve her yerim tutulmuş vaziyette akşamki yoğun ve kötü kabus gecesinin de etkisiyle perişan bir halde yataktan devriliyorum. Bir şeyler atıştırıp bizimkileri selamladıktan sonra Burcu'yu görmek için dayanamayıp Uğurlar'a gitmeye karar veriyorum. Künçeşme'nin önünden geçerken bu tarihi çeşmeye dönüp pis pis bakıyorum. Gerçi tatillerim Çeşme'de geçiyor diye hava atmamı da sağlayan bir yapı bu çokta trip atamıyorum!

    Uğur'un kapısını sabırsız bir alacaklı gibi çalışıyorum. Evet alacaklıyım. Kalbimin diğer yarısını almaya geldim. Fakat Uğur'un kapıyı açmasıyla sadece havamı almış oluyorum. Burcu'nun babası dün gece vefat etmiş. Muhtemelen ben uykuda kabuslarla cebelleşirken Burcu gerçeklerle yüzleşmiş. Sabah 05:30 arabasıyla Ankara'ya dönmüşler. Umut amca da onlarla gitmiş. Bir daha önümüzdeki yaza kadar gelmezler diyor Uğur. Gözümden yavaşça süzülen bir damla yaşın tuzlu tadı dudağımdan dilime temas ederken...

     Yaz bitiyor, yaz tatilinin sonuna geliniyor. Havalar serinlemeye başlayıp benimde geri dönüş zamanımın yaklaştığını hatırlatıyor. Burcu'ya direkt ulaşabileceğim bir telefon numarası yok. Uğur ev numaralarını veriyor ve her seferinde annesi telefonu açıyor. Burcu'nun benimle görüşmek istemediğini, buna hazır olmadığını söylüyor. Bir seferinde kardeşi Aziz'e ulaşıyorum. Çişim geldi deyip telefonu kapatıyor. Uğur da Özge gittiği için perişan. Kendi derdimden ona destek olamıyorum.

   Kalbim acıyor. Hayal edip kurduğum her şey beni daha yaralayıp, bir parçamı kopartıp yarım bırakmış gibi. Geceleri korku filmi izlemektense odada tavana bakıp içimdeki acıyı atamayan bedenimi sakinleştirmek için ağlama nöbetlerine teslim ediyorum kendimi bazen. Her attığım adım, her bastığım yer, her aldığım nefes, her izlediğim film, dinlediğim parça onu hatırlatıyor. Kalbimin sızısı içimi parçalıyor. Yazın son günü. Okullar açılıyor ve artık geri dönmem gerek. Son bir cesaretle bir kere daha telefonu çeviriyorum.

    Aziz telefonu açıyor. Halini hatırını sorup konuşuyoruz. Lafı bir şekilde Burcu'ya getiriyorum. Burcu'nun şu an yeni erkek arkadaşından gelen çiçekleri vazoya dizdiğini, kendini toparladığını ve gayet mutlu olduğunu söylüyor. Babaanne lütfen gel beni dürt. Dürt ve uyanayım. Uyanayım ve yerime gideyim. Yerime gideyim ve yatayım. Sonra tekrar uyanayım ve Burcu ile görüşelim. Sonra artık olması gereken olsun. Lütfen sonu böyle bitmesin.

   Uğur ve ihtiyar heyetiyle vedalaşıyorum. Dayım beni otobüse bindirmeye geliyor. Hatrıma dayanamamış ve kahveyi kırmış bugün. O derece kendimi önemli hissediyorum. Akşam eve dönüyorum. Öbür gün giyeceğim kıyafetleri deniyorum. Duşumu alıyorum. Televizyon karşısına Bizimkiler dizisini izlemeye geçiyorum. Hemen ardından da Parliment Sinema Kulübü'nde 1989 yapımı Tim Burton imzalı Batman var. Kış başlayabilir artık...

    Aylar geçiyor ve güneş yeniden eskisi gülümsüyor ama ben artık eskisi gibi gülemiyorum. Geçen yaz kadar kalmayı düşünmesem de dayanamayıp bir süreliğine Malkara'ya yaz tatili için gidiyorum. Babaannemlere eşyalarımı bıraktıktan sonra sokağa Uğur'u bulmaya dışarı çıkıyorum. Bir evin önünde, merdivenlerde oturuyor. Beni görünce yanıma gelip içten bir şekilde sarılıyor. Sonra bir köşeye geçip oturuyoruz. O sırada Özge yanımda beliriyor. Tatil için gelmişler ve bir hafta burada olacaklarmış. 

   Bir an şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Onunla da bir iki kelam laf ediyoruz. Arkadan bisikletiyle gelen Burcu'yu görüyorum sonra. O an zaman duruyor ve Burcu dışında ki her şey gereksiz bir detay gibi gözüme görünüyor. Özge'yi bisiklete çağırıyor. Özge arkasına atlıyor ve Burcu bana göz kırparak Özge'ye takıl bana hayatını yaşa diyor.


                                                                SON                               

twitter.com/atakandinc


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Derbi Günü

Büklüm Büklüm

Kazayla