17 Ağustos 1999 Sarsıldıgımız O Gece
Sıcağın tavan yaptığı bir yaz akşamı. O gece her zaman olduğu gibi görece geç bir vakitte yatağıma uzanıyorum. Bir hafta sonra doğum günüm var. Henüz 10 yaşlarındayım. Çekilmez sıcağa rağmen; yazı, güneşi, yüzmeyi, gezmeyi vs. çok seviyorum. Yaz demek kendini şımartmak demek. Küçük bir çocuksanız her şey daha da bir güzel geliyor zaten. Hayatın karanlık yüzünden çok uzakta kalıyor insan. Dalmış olduğum uykumdan babamın oda kapısını hızlıca açmasıyla uyanıyorum. Kalk çabuk diyor!
Yatağımdan şaşkınlıkla koridora fırlıyorum. Koşarak evden çıkmaya çalışıyoruz. Her gün onlarca kez volta attığımız koridor o an bitmiyor sanki. Ev salıncak gibi sallanıyor. Duvarlar bir sağdan bir soldan üzerimize doğru gelip gidiyor. Ben ne olduğunu anlayıp anlamlandıramıyorum. Daha önce böyle bir şey hiç yaşamamışım. Yok bende. Hızlıca kapıdan çıkıp evin ilk katta bulunmasının da avantajıyla kendimizi giriş merdivenlerden sokağa atıyoruz. Bütün komşular, herkes dışarda ya da dışarı çıkıyor. Ben yine şoka girmiş küçük bir çocuk olarak soruyorum. Ne oldu az önce? Herkes neden dışarı da?
Deprem ile o gece tanışıyorum. Uzandığım yatağımdan kalkıp dışarı çıkabiliyorum. Evimiz, barkımız yıkılmıyor. Sadece geçirdiğim travma ile o an baş başa kalıyorum. Maalesef herkesin şansı benim gibi yaver gitmiyor. O gece yatağında olan ya da yaz sıcağında evinin balkonunda serinlemeye çalışan; yarın denize gitme planı yapan, atama bekleyen, evlenip çocuk sahibi olmak isteyen, geleceği düşleyen bir çok genç-yaşlı evinden dışarı bir daha hiç çıkamıyor. Bir daha hayal kuramıyor, kaybolup gidiyor.
O geceye kadar huzur içerisinde oturduğumuz; yanlış zemine, yanlış malzemeyle, paragöz şerefsizler tarafından alelade kondurulmuş o evler çoğu kişiye mezar oluyor ve ne yazıktır ki on binlerce vatandaşımızın hayatını kaybettiği, bir o kadarının daha eksik kaldığı; dişini tırnağına takarak almış olduğu evini barkını kaybettiği bu maddi manevi yıkım kıyametinin başa geldikten sonra kitlelerde belirli bir bilinç oluşturması ve tedbirler almak için çalışmalar sürecini başlatması başka bir acıklı durum. Üst geçit yapılması için ille bir yayanın ölmesi mi lazım? Değişsin artık bu zihniyetsizlik!
Merhum Profesör Ahmet Mete Işıkara 'Deprem öldürmez, binalar öldürür.' düsturuyla tüm ülkeyi gezerek (benim de ilkokulda katıldığım bir semineri olmuştu), televizyon televizyon dolaşarak; yapılması ve yapılmaması gerekenlerle ilgili bir bilinç oluşturmaya çalıştı. Deprem sigortası, uygunsuz binaların oturma izninin iptal edilmesi, depreme dayanıklı bina yapımının zorunlu tutulması gibi pek çok uygulama hayata geçirildi. Keşke depremde kaybettiklerimiz de hayata geçirilebilse!
Ülkece ciddi bir yara aldık. Bir daha tekrarlanmaması gereken acılar yaşadık. Üzerinden uzun yıllar geçti, yaralar sarılabildiği kadar sarıldı fakat depremin yaşattıkları unutulmasa da deprem çoğunluk tarafından unutuldu. Bazen akla geliyor evet, bir daha yaşanmaması arzusuyla unuttuk gibi yapıyoruz ya da. Uzun süredir beklenen İstanbul Depremi hemen kapıda. Olsa; depreme ve getireceklerine ya da bizden götüreceklerine ne kadar hazırlıklıyız? En basitinden evimizin en yakınında ki toplanma alanını biliyor muyuz?
O gece de; eşini, annesini, babasını, kardeşini, en yakın arkadaşını ve hayatını kaybetti insanlar. O insanları kaybettik. Bazen iyi ki yaşı küçük ve hiç bir şeyin farkında olmayan bir çocuktum diye düşünürüm. Eğer şimdiki kafamla o dönemi bir daha yaşasaydım bende açacağı yaraları hayal bile edemezdim. 17 Ağustos 1999; saat 03.02'de sarsıldığımız o gece, bir daha yaşanmasın.
Kalın sağlıcakla.
Harika
YanıtlaSilÖlenlere âllahtan rahmet diliyorum mekanlari cennet olsun yakınlarına sabır versin Allah böyle felaketleri hiçbir zaman yaşatmaması dileğiyle kalemine sağlık oğlum .😪😪😪😪
YanıtlaSilÇok beğendim bir daha yaşamamak ümidiyle esenlikler
YanıtlaSilAllah rahmet eylesin. Yıkıp geçti bütün halkımızı... yaşayan bilir acısını ne yazık ki diğerlerinin de duadan başka bir şey gelmez elinden
YanıtlaSil