Doktorun Adı Yok ve Okumuş Kitlelerin Değersizleştirilmesi


    

     2019'un son günleri. Mutsuz bir sonbahar atmosferi. Yer Çerkezköy. Dünün aynısı bir günü daha bitirmiş olmanın hüznü ile servisten iniyorum. Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde! Organize Sanayinin dumanı, pusu ve berbat havası içerisinde nefes almaya çalışarak evime doğru ilerliyorum. O sırada arkadaşımdan mesaj geliyor. Bir salgın ile ilgili. Bu mesaj düşüp bayılan insanlar, Çin'de yaşanan kaos ve kitleleri belirsizliğe hızlıca sürükleyecek bir virüs ile ilgili aslında. Adı Covid-19 muş. Zaten Çerkezköy yapı olarak Albert Camus'un Veba kitabının geçtiği Oran şehrinin orantısız ve  denizsiz hali! Haliyle bu durumdan iyice huylanıyorum.

     Birbirinin ardı günler geçerken ve 2020 bize girmeden, pardon biz ona girmeden çok kısa bir süre sonra olumsuz haberler olabildiğince duyuluyor. Virüsün hızlıca yayıldığı, kitlelerin büyük tehdit altında olduğu ve olayın global boyutta bir sağlık krizine yol açacağına dair haberler bunlar. Şüphesiz ki Türk genine güvenen bazılarımız (hala var böyleleri) ilk etapta duruma o kadar kaygılı yaklaşmıyor, sonuçta kelle paça içen bir milletiz! İlk vakanın görülmesinin ardından hızlıca ülkemizde de yayılmaya başlıyor bu illet. Evlere kapanan; okul ve işinden ayrıca sosyal yaşantısından uzak kalan; bir tanıdığımız atlatınca sevinen, atlatamayınca üzülen ve sanki çok normalmişiz gibi normale dönmeyi ısrarlıca bekleyen biz. 

    Bu süreçte hepimiz yıprandık. Etrafımızda duyduğumuz vakalar, atlatmaya çalıştığımız hastalık ve yakınlarımızın başına gelen durumlarla. Tüm samimiyetimle söylüyorum ki haklarının hiçbir zaman tam olarak teslim edilmediğini düşündüğüm bir meslek grubu var ki bu süreçte en çok yıpranan kişiler bu meslek grubuna ait olanlar. Doktorlar ve sağlık çalışanları. Tabi televizyon dizisindekiler değil!

    Çalışan her bireyin  profesyonel bir iş alanı mevcut. Bazı meslekler ise sadece profesyonellikle yürütülecek gibi değil. Yeri geldiğinde profesyonellik yeri geldiğinde ise iç güdülerinle, aldığın inisiyatiflerle ve birazda empati ile götürmen gereken ve  her zaman soğukkanlı olmanın gerektirdiği mesleklerden biridir sağlık sektörü. Hastayı kurtarabilir, derdine derman olursan kahramansın yoksa ne yaparsan yap düşman! Sorumluluğun sadece çevren ile de kısıtlı değil. Her gelen hasta sorumluluğa tabi.

    Pandemi dönemi doğal olarak özellikle sağlık çalışanları için çok yıpratıcı ve yıkıcı oldu. Dolup taşan hastaneler, özel giyim ile saatlerce çalışmayı gerektiren salgın unsuru. Histeri içerisinde bir kitle ve bitmeyen nöbetler! Bu süreçte ülkede yaşanan ekonomik dalgalanmalar ve ne yazık kamuda meslekler arası ücret barışının bir türlü sağlanamaması özellikle genç doktor arkadaşları yurt dışında bir arayışa, yeni bir kariyer, hayat ve şans ihtimaline doğru hızlıca yönlendirdi. Kamuda ki bazı diğer meslek gruplarına nazaran bence gerçekten de maaşları düşük kalıyor sağlık çalışanlarının.

    Yanlış anlaşılmasın yurt dışını zorlayan meslek grubu doktorlar değil. Her ne okumuş olursa olsun gençler ülkede istikballerini parlak görmüyor olsalar gerek ucundan kıyısından kapağı yurt dışına atmaya çabalıyorlar. Eğitim sistemi yüksek öğrenimin içini boşalttı. Yüksek Lisans'ı tamamlayıp iş hayatımın başlarını okuduğum için farklı havalarda olacağımı düşünen ve her fırsatta okumadan amir olduğunu sanki bir bok becermişçesine vurgulayan bir grup insana kendimi kanıtlama çabasıyla geçirdim mesela. Sanki okumak suç! Eğitimsizliği öven bu zihniyettir en başta okumuş gençleri ülkemizden kaçıran. 

    10 Kasım döneminde gittiğim Romanya'da Bükreş te bulunan Atatürk Heykeli'nin önünde fotoğraf çekilirken yanımıza Erasmus dolayısıyla orada olan iki üniversiteli arkadaşım geldi.  Ülkeden biriyle konuşmayı o kadar özlemişler ki; hemen geldiler, konuştuk, biraz dertleştik ve bu kısa konuşma ve buluşma anından bile çok mutlu olduk. İnsanın vatanı ve yurttaşının yeri her zaman ayrı bence. İyi ki geri dönebileceğimiz bir vatanımız var.  Buna rağmen tahmin edebileceğiniz üzere hemen Romanya da kalma planları kurguladıklarından bahsettiler!

     Ülkemiz; tarihi, konumu, doğası ve her şeyi ile bambaşka. İnsanın vatanı gibisi var mı? Fakat buna rağmen an itibariyle özellikle z kuşağına bunların pek bir şey ifade etmemesi bence hepimizin suçu. Kıymetini anlatamadık, onlara kendilerini değerli hissettiremedik. Zamanında  kendimiz de değerli hissetmedik ki! Gençler yanlış eğitim sistemi sonucunda asgari ücret ya da bir tık üstüne mahkum ya da işsiz. Okumayan yüceltildi, okuyan yerildi. Paramızın değeri de kalmadı.  Rumen Leyi Türk Lirasından değerli! Bu benim açımdan gerçekten çok acıklı bir durum. Rumen Leyi nedir ya?

    Tüm bu durumların çerçevesinde gittikçe yıpranan ve kendilerini her geçen gün değersiz hisseden doktorlardan da tepkiler yükselmeye başladı. Alkışlayarak başladık ama gün geçtikçe değersiz hissetmelerine engel olamadık, olamadılar. Olumsuz çalışma koşulları, görece düşük ücret, artan şiddet olayları ve gitgide tükenen ve tüketilen bir meslek grubu sağlık emekçileri. 

     14-15-16 Mart tarihlerinde grevde olacaklar. Bir şekilde seslerini ve tepkilerini duyurmaları gerekiyor çünkü doktorun adı yok! Ben bu noktada ne hastayım, ne hasta yakını, ne doktor, ne de sağlık çalışanı sadece diyorum ki; ülke olarak okumuş, yetişmiş, ülkesine hizmet etmek isteyen her kimse bu kişilere karşı olsan da olur olmasan da tavrından vazgeçilsin artık! Değersiz hissediyorlar, hissediyoruz. Ülke sevilmez mi? Fakat biz de vatandaş olarak değer görüp sevilmek ve sevildiğimizi hissetmek istiyoruz. Bu kadar zor olmamalı bazı şeyler!

 Kalın sağlıcakla.

 twitter.com/atakandinc

    

    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Derbi Günü

Büklüm Büklüm

Kazayla