Yeter Kardeşim Sınavı

 



            Sınava giderken ne giyeceksin diye soruyor dershane danışmanı. Rahat bir şeyler giymelisin ki rahat hissedesin. Çorap, külot, kot pantolon, t- short diye yanıtlıyorum sorusunu. Bak güzel kardeşim tabiatım gereği benim rahat etmem herhangi bir kıyafet sayesinde olacaksa tüm reçeteli ilaçlar kaldırılsın, bütün ihtiyaç sahiplerine o kıyafetler önerilsin.  Gökyüzü altında söylenmemiş söz yoktur. Hepimiz beş aşağı üç yukarı (Trakyalısın sen uc-bej haha denmesin şimdi!) farklı zamanlarda benzer hissiyatları yaşarız. Karakterimiz ve bulunduğumuz çevreye bağlı verilen tepkiler ve karşılaştığımız durumlar değişiklik gösterse de sonuçta hepimiz insanız  ve adı sürekli değişen malum Üniversite Sınavıyla da hepimiz bir dönem cebelleştik; 15 yıl önce ya da şu an!

       Gençlerin çoğunun  'Ergenlik dönemine kadar kaygı nedir bilmezdim, şimdi bir anksiyete oldum!' diye hayıflanmasına sebebiyet veren ve tam anlamıyla gelecek kaygısı nanesini ilk kez  önlerine getiren bu meymenetsiz sınav aslında gelecekten çok gelecekte yapacağınız meslekle ilgili ve şunu da temin ederim ki nokta belli başlı bölüm ve üniversitelerden çok iyi puanlarla ve iyi bir referans çevresiyle mezun olunmaz ise ya alakasız başka bir işte çalışmanıza ya da üniversiteli işsizler ordusuna dahil olmanıza neden oluyor. Nitekim üniversiteye girmekle iş bitmediği gibi (belki yarım bırakacaksın, nereden kazandım bu bölümü, Balabancık'ta Üniversite mi okunur diye hayıflanacaksın!) üniversite bitirmekle de iş bitmiyor.

     Anne -baba öğretmenlerin ve daha fazla para koparmak  üzerine kurulu devlet himayesinden giderek uzaklaşan gittikçe özelleşen ve öğrenciyi bireyden çok yolunacak bir müşteri olarak gören eğitim sisteminin gazlamalarıyla öyle bir paniğe geliyor ki evladının ne yapmak ya da ne yapmamak istediğinden çok diğer kolejde ki çocuklar ya da Ruşen amcanın oğlu Sedat'ın başarıları ve her konuda çocuğun alanında en iyisi olması gerektiğini pompalayan eğitimci zırvalarıyla evlatlarını baskı altına alıyorlar. O güne kadar her şey  toz pembe giderken bir anda hayatın yükünü sırtlamak ile karşı karşıya kalan birey ise bu konuyu bir ölüm kalım meselesi olarak görmeye başlıyor. Hayat en klişe tabirle bir sınavdan daha fazlasıdır ve bu sınavlar biz hayat denen panayırdan defolup gidinceye kadar da devam eder. Yol budur.

     17 ve 18 li yaşlarda ben de konuya bu şekilde bakamıyordum çünkü o sınavı kazanmak zorunda hissediyordum ya da ailemle birlikte hissediyorduk. Kazan(a)madım. Okumak istediğim bölüm Sinema-Tv idi fakat malum gelecek kaygısından dolayı  (ağzına sıçayım ben onun!)  yazsam da tercih etmeyecektim. Açın öğreninden Kamu Yönetimine kayıt oldum.   Sonra ki sene ise sınava tekrar girerek Edirne'de Halkla İlişkiler programına başladım. Okullar bir şekilde bitti. Bana ne kattılar tartışılır ama ben onlara yıl, emek ve gençliğimi verdim. En son Çalışma Ekonomisi masterı yaparak İnsan Kaynakları bölümünde kariyer yapmaya başladım. 4,5 yıldır da düzenli bir iş hayatım var vs vs. Bugün var belki bir saat sonra? Peki ben ya da sen hep var olacak mıyız? 

    İşin özü zaten çoğumuzun düşlediği şekilde gitmiyor hayat. Uzun da olsa kısa da bir maratondayız. Ayakta kalacak kadar güçlü isen ve sevdiklerin yanında ve sağlıklar yerinde ise yemişim üniversitesini de işini de makamını mevkisini de. Biz bir proje değiliz. Bu dünyaya gelmiş yolcularız. Kendimizi  ve gidişatı değiştirebildiğimiz kadar değiştirip kalan kısmı ise akışına bırakmak ve burada olduğumuz her anı iyisiyle kötüsüyle kabul edip, iyi anların çıkarabildiğince tadını çıkarmak ana misyon olmalı. En azından şu an benim açımdan böyle.

    İsteyen okusun (bu yazıyı kastetmiyorum), isteyen bir meslek öğrenip liseden sonra sanayiye girsin, isteyen evlensin, dileyen çocuk ta yapsın kariyerde. Hayat bulmak ve dünyada olmak başlı başına bir şans. Yolculuğun tadını çıkartalım. 

        Kalın sağlıcakla.


 twitter.com/atakandinc

    

    

    


        

        

        

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İşine Gelirse

Gladyatör 2 Kritik

2024'ün Ölümü